İzleyiciler

7 Kasım 2010

damlayan öfke

içime sağnak halinde öfke yağıyor. nereden geldiğini bilmediğim bir rüzgar içime sinmeyen bir kızgınlık taşıyor bana doğru.. sonra bu ben değilim desem de işe yaramıyor. kendimi dünyanın en ezilmiş insanı hissediyorum. anlaşılamadığımı düşünmek için yaşım biraz geç de olsa, anlaşılamıyorum. ya iletişimsel yollarda göremediğim, fark edemediğim, analamlandıramadığım bir tıkanıklık ya da ben gün geçtikçe aptallaşıyorum. hangisinin doğru olduğunu asla bilemeyeceğim, çünkü bu gidişle öfke ya beni yıkacak ya da beni ele geçirip ortalığı dağıtacak. sonunda ne olacağını görmek için beklemek gerek. pasif hallerimi sevmiyorum. dolambaçlı cümleleri, kendimi anlatmayı... içime dolan asabiyet beni kahrediyor, git gide daha sabırsız olmaya başladım.. yorgunum.. delicesine yorgunum, sıkkınım.... gidecek bir yolum istiyorum. insansız yaşam formu istiyorum.. aynaların bile olmadığı bir yer hayal ediyorum, oarası benim cennetim de olabilir cehennemim de ama yine de oraya gitmek istiyorum..


kalbim bir devin avuçları arasında hunharca sıkılıyor... kendimden geçmek ve hemen sonrasında da senden geçip gitmek istiyorum. biliyorum ölüm hiç bir zaman kimseye çözüm olmadı. hele de benim inanç sistem,m içinde.. ama bu hayatın değişmeye niyeti yok, işin kötüsü benim de bu hayatı değiştirmeye gücüm yok. dağlara çıkıp yırtıcı hayvanlara yem olsam belki de işe yarardım. bir insanın içinde tutku izi bu denli silinmiş olabilir mi? neyle sildim içimdeki tüm duyguları, kapladım belki de hepsini çelik duvarlarla ya da sakladım adresi olmayan bir yere...

kendimden midem bulanıyorum.bir tabancam olsa tereddüt etmez sıkardım kafama şu an. ama ne ilaçlar, ne bilek kesmeler ne encereden atlamalar hiç biri kesin çözüm değil... yaralı ya da yatalak kurtulmak ve bir başkasının beni öldürmesine muhtaç olmak istemiyorum. kimse beni acı çekmemem için öldürebilecek kadar çok sevmiyor bu hayatta.

18 Ekim 2010

hayat

dünyaya gelip de kendimi bilmeye başladığım andan itibaren "hayat" ile ilgili çok ciddi sorunlarım oldu. anlamı, amacı, nedeni vs.. bir sürü soruyla yaşadım. ve anladım ki yıllar geçse de hiç bir şey anlamam mümkün değil. hayat öyle anlaşılmak için değil sadece yaşanmak için var.. ama bu yaşanmak için olan süreçte ben neden varım onu bir türlü çözemedim.

 ben kendi halinde sakin bir insanım, rutin bir hayatı bezginlik ve baygın bir ifadeyle yaşarım. halimden memnun olduğum söylenemez ama çok da şikayetçi değilim. çünkü; üzülmek ya da mutlu olmak için dışardan etkilere ihtiyacım olmaz. kendi içimde eğlenir kendi içimde hüzünlenirim. ama çevremde çok farklı hayatları olan bir çok insan var, onların hayatlarına uzaktan bakarak farklı deneyimler hakkında kendimce bilgiler de edinirim. en çok deney yapmaktan hoşlanırım. korkulacak bir şey olduğunu sanmıyorum ama zararsızım. kadın erkek ilişkilerinden anlamam, zaten bence kadın erkek ilişkisi diye bir şey de yoktur; mesele tamamen insan ilişkileridir. bu biseksüellik falan değil. karşındakine verdiğin değerle ilgili bir şey. aşkı ya da sevgiyi yaşama şekli. insan nasıl ki, işine, yaşadığı şehre ya da bir kitaba aşık olabiliyorsa; ilişki içinde olduğu insanlara (kadın erkek ayrımı olmaksızın) aşık olabilir. bu aşkla yaklaşır onlara, ilgilenir bu adeta ulvi bir görevdir. ama öyle bir dönem yaşıyoruz ki, yüzeysellikten öteye geçmesi imkan dahilinde olmayan"iletişim"ler kuruyoruz. "merhaba, nasılsınız?" bu kadar.. cevap mühim değil, çünkü soru önemsendiğimizden değil, alışkanlıktan soruluyor. nezaketen bile değil.. küçükken "Andımız" vardı, sabah sabah çatlak sesli ergen çocuklar bağıra bağıra "günaydın arkaaadaaşşlar!" derdi ve biz de bilinçsiz tekrar ederdik , gündelik hayatımız da aynı bunun gibi bilinçdışı yinelemelerden oluşuyor.
  bana sorarsanız, bunların adamı değilim. bu tarz ilişkimsilerden hiç haz etmedim , etmeyi de düşünmüyorum. ama çevremde gözlemlediğim pek çok ilişki b nehre kapılmış gidiyor... sorunsa hepimizin aslında aynı nehirde aynı yöne doğru sürüklendiğimizi göremememiz. büyük resme uzaktan bakmayı denediğimizde yaptığımız hiç bir şeyin, ayrı olmak için olanlar da dahil, aslında hiç bir nüansa sahip olmadığını görüyorum. çok acıklı bence. ister kürek çekelim, ister yüzelim, ister salda öylece oturalım; gittiğimiz yön aynı. aramızdaki tek fark belki de bazılarımızın kendilerine bir varış noktası belirlemiş olması.. benim öyle bir noktam yok. olmasını öyle çok isterdim ki, şu hayatı anlamlı kılacak bir menzilimin olmasını. ama rekabetçi değil, hırslı değil; sakin , huzurlu, yavaş...
çok şey istiyorum belki de... hayattan değil bu beklentim yanlış anlaşılmasın. o kadar edilgen olmayı istemem. kendimden beklentim bu. ama şöyle ufak bir sorunun var ki, günümüz kapitalist sistemi içinde bunlara ulaşmam, kendime kurtarılmış bölge açmam ancak delilik kismevi altında olabilir. zaten yapmak istediklerimi yapmaya kalksam bana deli diyeceklerine eminim. sorun değil. aklı başında olmak gibi bir kaygım olmadı hiç bir zaman. küçük şeylerle yetinmeyi severim. zaten en başta da dedim ya hüzünlenmek ya da mutlu olmak için başka bir nefese ihtiyacım yok. ama bir nefes varsa yanımda onunda benimle hareket etmesini isterim. madem yanımda, benimle bir "aşk"ı paylaşmak istiyor, hayatımı onunla paylaştığıma değsin.. bunu sevdiğim adamdan bağımsız söylüyorum.
konudan konuya atlamak olacak belki ama, son günlerde kendimi ifade etmede çok ciddi sıkıntılar yaşıyorum. ciddi olarak önem verdiğim dostlarımdan beklemediğim tepkiler alıyorum. bir tartışma falan değil kesinlikle ama araya mesafe koyma anlamında önemli yaşantılar. birlikte düşünülen şeyleri tek kendininmiş gibi göstermek mesela, ya da benim fikrimi sorduktan sonra eleştirmeleri. madem fikrimi öğrenmek istiyorsun öğren ama sonra bununla uğraşma hoşuna gitmedi diye.. ayvaş yavaş azaltmak istiyorum hayatımdaki insan sayısını. iyiden iyiye azalsın ve sonra kalmasın mümkünse belki de... yalnızlık zordur belki ama kalabalıkla yaşamak daha zor.. ben artık insanlara kendimi anlatmaya çalışmak için çok yaşlıyım.

23 Ağustos 2010

ding dang dong! oyun başlamak üzere, lütfen yerleriniz alın!

oyunumuz başlamak üzere, yerlerinizi aldınız mı?  bana sorarsanız sorun değil, en rahat izleyeceğiniz şekilde izleyemeye başlayabilir ve devam edebilirsiniz. eğer şimdi rahatsanız halinizle başlıyorum.

bir varmış, bir yokmuş ve bir yokken bir sürü varmış. bunlar olağan şeyler aslında diye düşünürmüş. kaf dağı hep oarada bir yerlerde durur, anka kuşuyla taa oaralara uçulurmuş. kendisi de uçar gidermiş yalan değil. ama bir sabah uyandığında, kendini yok gibi hissetmiş, varmış ama yok gibiymiş. korkmuş! ne olduğunu anlamak için bir ağacın içinden geçmeyi denemiş, mazallah ölmüş de olabilirmiş! koşmuş bahçedeki meyve ağacına doğru, ve çok şükür ki kafasını vurup ağaca oturuvermiş olduğu yere. cismi yerindeymiş, bu demek ki yaşıyormuş. o zaman neden kendini yok gibi hissetmeye devam etmekteymiş? sonra durmuş düşünmüş. kendine demiş; "kocaman bir silgi olsaydı insan silen, beni silseydi evrenden; bir şey değişir miydi ki?" . tam o sırada oradan geçmekte olan rüzgar duymuş bu soruyu. "gel" demiş, "ben seni sileyim."

gözleri parlamış ufaklığın, "olur" diyivermiş hemen. ama sonra "sil beni silmesine de, bir şey değişir mi, nasıl öğreneceğim ben?" rüzgar yavaşça eğilmiş yanına, demiş; "seni silip, elli yıl sonrasına götüreceğim, sen de bakacaksın bir şey değişmiş mi değişmemiş mi?" aklına yatmış bu fikir ufaklığın, "tamam, anlaştık" demiş. rüzgar şiddetle bir iki savrulup silmiş onu dünyadan, ve koyulmuşlar elli yıl sonrasının yoluna.

5 Temmuz 2010

aman bre deryalar

depresyon, melankoli, iç sıkıntısı, ruh bulantısı ve benzeri bir sürü şey... evet hayatın vaz geçilmezleri, doğru. ama nereye kadar? yani sonuçta, saydığım darlandırıcı aktivitelerin hiç biri adrenalin salgılamamızı, gülmemizi, bağışıklık sistemimizin güçlenmesini sağlamıyor. aksine hepsi ters etki yapıyor. ne demişler, stres öldürür. tam da bunu yazmışken dejavu yaşıyorum :)
neyse!!! gelelim sadede :) hayat, mizahla güzel. olaylarla, durumlarla, kişilerle başa çıkmanın en eğlenceli ve en az hasarlı yöntemi mizah.. dalga geçmek değil, hafife almak da değil; gülebilecek bi yan bulmak. eğlence ve mantık; işte bunu seviyorum. poliyanna olmak değil kastettiğim yanlış anlaşılmasın, hayatın renklerini keşfetmek.. komik yanlarını bulmak.. mesela ben, zorlu sınavlar öncesi gerildiğimde, ki her sınav kolay ya da zor beni gerer, sınav sorularından gülünecek bir şey ararım...her zaman bulumam, ama en azından ararken gerginliğim dışında bir şeye odaklanmam bana yardımcı olur.
hayatı mizahla yaşamanın tek dejavantajı,  sonrasında - gerçekten ciddi bir şey konuşmanız gerektiğinde yani- karşınızdakinin sizi ciddiye almakta ve inanmakta zorlanması.. ya da sizin ciddi bir konuya odaklanmada yaşayacağınız güçlük. ama emin olun ki aşılmaz şeyler değil bunlar. ben aşabilmeyi öğreniyorum. sonuçta yeni bir felsefe. yaşarken yaşıyorsunuz ama, teorisini oluşturmak biraz zaman alıyor ve meşekkatli bir iş. yine de ; hayat felsefemin "eğlenceli ve mantıklı" olmasını seviyorum.. önce uydurup sonra, sonra uydurduğuma uygun yalanlar üreten bir insan olduğum için; önce yaşayıp sonra felsefesini yazma eylemi de tam bana göre.. :))
beni tanıdıkça daha iyi anlayacaksınız.. benimle ilgili bilmeniz gereken ilk şey ise; üşengeç oluşum.. okurum, yazarım, hayal kurarım ama eyleme geçme konusunda biraz üşengecim.. aslında bezgin biriyim, göbeğini kaşıyan kadın değilim tabii ama evden bile çıkmaya üşendiğim çok zaman olmuştur şu vakte kadar. ve eminim ki olmaya da devam edecek. ama kendimle çok barışığımdır. güvensiz bir yapım vardır, sosyal ortamlara karışmakta güçlük çekerim, tanımadığım insanlarla iletişim kurmakta zorlanırım ama kendime ve kendime biçtiğim hayata dair düşüncelerimde sağlamımdır.
çoğusuna göre tuhaf bir mekanzmayla yaşarım... beklenmeyenm tepkiler verebilirim, ama beklenmeyen tepkilerden "benden beklenmeyen değil" o anda akla gelmeyen şeyler.. aslında insanlar - kendim de o insanlara dahilim- beni yaratıcı, orjinal ve en önemlisi zeki olarak tanımlarlar.. böyle olmayı seviyorum.. ama zor bir insanımdır da, herkesle hemen iletişim kuramam. hayat felsefelerimden biri "tanımadan, tanışmam" dır. mantığı da var; nasıl biri olduğunu bilmediğim , hakkkında hiç bir malümata sahip olmadığım biriyle tanışamam çünkü; konuşacak bir şey bulamam. ama bir parça bilgi sahibi olduğum biriyla en azından konuşacak bir şeyler bulabilceğim için tanışabilirim.
hımm... bakalım bakalım başka neler var.. neler anlatabilirim size.. gerçi çok şey yok anlatabileceğim.. yani var tabi, 26 yaşında bir insanın başından geçmiş bir sürü hikaye vardır elbette, hayal, anı falan filan.. ama yeri gelmeden anlatmak istemem. kendimle ilgili birincil bilgileri de zaten az önce verdim, hem daha önceki yazılarımda da bir takım bilgiler vardı...
sonuç olarak; özetleyelim nelerden bahsettik ::)) hayat felsefemin en öncemli iki maddesi olan, "eğlenceli ve mantıklı" kısmı ile "tanımadan tanışmam" dan bahsettik. bunlar mühim. biraz da benden bahsettim. yabani ama sevimli bir zeki çocuk oluşumdan ;)) bence bu gecelik bu kadar yeter gibi.. haaa unutmadan biraz da üşengecim demiştim di mi? sonuçta yarına bir yazı için ümitlendirmek istemem ;))
beni özleyin ve esen kalın :))

1 Temmuz 2010

?????

hayat savrulup durmanın daha başa çıkılabilir adı... ve ben artık nefes aldığım günler toplamına hayat demekten yorulduğumu hissediyorum. büyük sözlerin nankörlük olacağı yönünde telkin ettiler bizi yıllarca, neden? eminim ki nedenini kimse bilmiyordur gerçekte..ama ben tahmin yürütmekte sakınca görümüyorum. aklımın iplerini saldım, özgürüm artık ve nankörlük etmiyorum. dünya gariplikler müzesi, insan bu müzedeki hem eser hem ziyaretçi.. ve ziyaretçi olarak ben o kadar adaletsiz şeyler gördüm ki, adaletin geleceği güne sırf bu nedenle inanıyorum. ama bu şu anı sorgulamamı engellemiyor. merak ediyorum.. durdurulamaz bir merak duygusuyla bakıyorum etrafıma her gün.. böyle olmak zorunda mı? hepimiz sonunda etten ve kemiktensek; bir deprem hepimizi aynı anda sarsıyorsa, ufacıcık bir mikrop hepimizi öldürmeye yetiyorsa ; neden ve nasıl oluyor da bazıları kendilerini daha "üstün" ilan edebiliyor? ya da bazıları , diğerlerinden daha "iyi" şartlarda yaşıyor?
insan zihninin yetersiz olduğu yerler olduğunu biliyorum ama bu onlardan değil... bu dünyevi bir "insan oluş" la ilgili..varoluşu sorgulamakla ilgili. neden varız? yaşamak için mi? para kazanmak için mi? yemek, sevmek, çoğalmak için mi? bu kadar basit sebeplerle yaşayanlar bizi bu hale getirdiler. iktidar, güç, para, mevki... ve sonra "insan, insanın kurdudur" , insan özünde kötüdüre geldik... eşit gelmiyoruz buraya, bu kesin... ama eşit olmamamız adaletsizlik yaratmamalıydı.. peki zincir ilk nerde ve ne zaman kırıldı? habil ve kabil meselesinde kırıldı? katil ve maktulün ortaya çıkması ile güç , öne mi geçmiş oldu? ya da masum görünen sevgi, tüm düzeni alt etti ve kimse ona toz kondurmaya kıyamadı mı?

28 Mart 2010

rüya tabirleri

rüyada banyo yapmak..

rüyasında yıkandığını gören kişi,  eğer sadece su ile yıkanıyorsa bu, hayatında olan sıkıntılardan ,suyun kiri götürdüğü gibi kolayca kurtulacak demektir. ancak kişi, eğer saçlarını  ve vücudunu ayrı ayrı sabunlayıp yıkıyorsa bu hem maddi hem manevi tüm sıkıntı ve dertlerden arınacak, ferahlayacak ve refaha erecek demektir. eğer ki, yıkanan kişinin bir hastalığı varsa, tüm hastalık derdi ve tasası en kısa süre içinde geçecek demektir. ancak buna ilaveten, rüyasında yıkandığını gören hasta kişi, sabah uyandığında hiç vakit kaybetmeden bir kedi yahut köpek bulup sevmeli ve okşamalıdır. kişi bunu yaptığında hastalık daha çabuk geçer ve kişi inşallah bir daha böyle bir hastalığa ömrü boyunca yakanmaz.
  müslümanlar için ek: kişi yıkandığı sırada yanı zamanda gusul abdesti aldığını da görürse, bu durum  kişinin içindeki tüm kötülüklerden arınacağı anlamına gelir.. eğer ki kişinin hali vakti yerindeyse , hacca ya da umreye gitmesi hayırlıdır.

5 Şubat 2010

dehşet

size daha önce ailemden bahsetmiş miydim bilmiyorum ama sanırım bahsetmemiştim.. ailem bir gariptir, pek normal sayılmaz. gerçi bu normal aileyi nasıl tanımladığınız da alakalı ama gerçekten benim ailem test edilmiş olmasa da , arkadaşlarımca onaylanmış olarak biraz "ilginç"tir. neyse o hikayeleri size daha sonra uzun uzun anlatırım diye düşünüyorum bir ara. ama şu an size neden dehşete düştüğümün açıklamasını yapsam daha doğru olur.
az önce mutfakta kendime çay koymakla uğraşırken birden mutfak kapısında baba belirdi. ve kendince bir takım şakalar içindeydi. sonra ben ona dedim ki;
m: ne zaman büyüyeceksin?
b: bilmem belki yarın belki beş sene sonra belki de on sene dedi.
ama ben asıl noktayı o cümlesini bitirmeden kapmıştım. babam aslında hiç büyümemiş bir çocuktu.. bu bana çok yakından tanıdığımı düşündüğüm birini hatırlattı; melih'i.
şaka şaka. kendimi hatırladım tabi ki.
yani ben de hiç büyümediğimden , büyümeyeceğimden halen boyumun uzadığından falan bahsediyorum. babamın benden pek de fazla farkı yok. tamam o benden daha saçma şeyler söylüyor genelde ama yaşla alakalı sanırım ya da nesil farkı gibi bir şeydir.
neyse, sorun şu ki, ben de onun yaşına gelirsem ve kendi halimden memnun, şakacı çocuk ruhumla yaşamaya devam ediyor olursam muhtemeldir ki, eğer çocğum olursa aynı soruyu bana soracak.  tedbirli olmak için ikna edici bir cevap düşündüm ama bulamadım. acaba ben ne zaman büyüyeceğim?  gerçekten çok zor.. içim acıdı resmen kendime.
ara sıra düşünüyorum da, ben babamın çocuğuyum o kesin.. bir sürü huyum onunla ortak. ama annemle ortak bir yanımız yok. acaba annem gerçek annam olmayabilir mi? babamdan eminim ama annem için dna testi istiyorum galiba :/ ( şaka şaka )

1 Şubat 2010

kayıp bir bavul

evet efendim,

geçen gün size, "havaalanındaki kayıp bavul olma" hadisesinden bahsedeceğimi söylemiştim. şimdi bu konuyu açmak istiyorum. kendisini "kent ozanı" olarak tanımlayanlara karşı çıkmayan şarkı sözü yazarı ve söyleyeni teoman'ın bir şarkısında  geçmektedir aslen bu terim. ancak şarkının itiva ettiğinden daha çok ve daha derin bir anlam içermektedir. şöyle ki; havaalanındaki kayıp bavul, sadece kendini alacak kimsesi olmadığı için yalnız değildir; aynı zamanda bu yetimliğin ona yüklediği bir "ötekileşme" hali de mevcuttur.
ancak ben bir konuya sadece bir tarafından bakmayı pek sevmem. burada bavulun yalnızlığı ve terk edilmişliğinin başka hallerini de gözönünde bulundurmak gerektiğini düşünüyorum. mesela, bu bavul aslında kaybolmuş olmayabilir. bir sebep üzre oraya kasıtlı da bırakılmış ve kaybolmuş süsü verilmek istenmiş olabilir. ya da bu bavul bir sahibin gereksiz eşyalarını taşımaktan ve onun her gittiği yere zorla gitmekten isyan etmiş bir bavul da olabilir. bu açılardan ele alacak olursak bu bavul işi bence çok su götürür. ama bu şekilde yazmaya devam edersem kendime olan saygım da elden gidecek en iyisi ben mevzuyu değiştireyim.
komik bir şeyler yazmanın zor olmadığını sanırdım ama komiklik yapıldığı an "ek faktörle birlikte" komikliği daha yüksek bir şeymiş bunu anladım. ama anlatamadım önceki cümlede. tekrar denemek istiyorum şimdi izninizle. komik olay yaşamak ya da bir olayın içinde komik olmak; espirili bir şeyler yazmaktan daha kolaymış. en azından espirinize gülünmese de size gülünmesi ihtimali her zaman mevcut. bana genelde böyle oluyor zaten. ama çok da umursamıyorum. kendimle daha geçen gün barıştım, bu konu yüzünden bir daha küsmek istemiyorum. hem ben insanın kendisi ile yaptığı iddea edilen de dahil olmak üzere, her tip savaşa karşıyım. kan dökmek bu kadar kolay ve ucuz olmamalı. seri katillerin bile daha anlaşılabilir ve insani nedenleri oluyor kimi zaman adam öldürmek için. ama savaş öyle mi? öldürdüğünüz insanı kimi zaman neden öld
rdüğünüz konusunda hiç bir fikriniz olmayabiliyor. filler tepişiyor olan çimenlere oluyor. ben bu fil ve çimen meselesini bir türlü anlayamadığım - aptallıktan değil, insanlıktan- başka da bir şey söylemek istemiyorum.
az önce yazdıklarım biraz derin ve ukala oldu sanırım. yanlış anlaşılmasın aslında öyle ukala bir tipdeğilimdir. ama böyle konulara hiç dayanamıyorum.ne yapayayım ben de insanım, benim de zaaflarım..
insan bu su misali, çat orada çat burada. yazı da nasıl başladı nereye geldi değil mi? hayatta öyle aslında.. bir bakmışsınız beşiktesiniz, bir bakmışsınız eşiktesiniz. ( eşiği kafiye olsun diye yazmıştım ama sonra eşik kelimesini sevdim, basamak , karar alma falan ) o nedenle her an hayata hazırlıklı olmak gerek. evet evet .. karar verdim, bundan sonra hayata hazırlıklı olacağım. gerçi beni tanıyanlar bilir ben her an bir takım kararlar alabilirim. uygulama kısmı biraz şaibeli. ama karar almayı seviyorum beni güçlü gösteriyor :)

neyse yahuu. çok uzattım bence. gerçi yazsam yazarım da uzun yazınca kimse okumuyor. doğrusunu istersem bu bloğu kimse okumuyor zaten ama yine de birinin okuyası tutarsa canı daha da çok sıkılmasın değil mi?
sevgiler, saygılar, esenlikler

30 Ocak 2010

psikoloji yüksek lisans kabul meselesi

şu an tam yılını hatırlayamasam da, sanırsam yıl 2013 falandı. ben okulda hocalarla yeni bir psikolojik kurum üzerinde harıl harıl çalışmış, sonra da ortaya koyduğumuz projenin en ciddi uluslararası dergide yayınlanmış olmasının verdiği saadetle vede oturmuş dinlenirken, birden avea hatlı cep telefonum çaldı. baktım numara pek tanıdık değil, uzaklardan bir numaraya benziyor, ama "hello!" diye açmadım, her zamanki gibi "hıı " diye açtım. karşıdaki pek anlamamış olacak, "hi, it is (isim vermek istemiyorum burada reklam olmasın) " dedi , ben de "hi, how can i help you?" diye cevap vermek durumunda kaldım. bir yandan da hayırdır, ne oldu ki falan diyorum içimden. ismini vermek istemediğim kişi
x: "miss merve, i am calling from harward univercity psychology departmant. we have read your article about the new theory , and we would be happy to work with you"  dedi. ben de
me: " ahaa haah sorry you are late, oxford called me a few minutes ago and i said yes ",
x: " ohhhh..no!!! we can give you more scoolarship , please do not say no"
tabii bu arada ben içimden gülüyorum,neyse efendim;
me: ohh mr x, i was just kidding .. i will be honoured to work with you. dedim..

tabii sonra hazırlıktı, burstu falan derken bir kaç ay geçti ve ben nihayet okula vardım. karşımda mr x, bana bakıp gülüyor. "you are so funny , smart and also beautiful " diyor. dedim mr x , eyvallah gözümsün but i have a fiance, sorry."
böyle bir karışlaşmanın ardından doktoramı orada tamamlayıp dedim, mr x , bana izin verin ben memlekete döneyim. burada yapacak başka işim kalmadı.. ben elimden geleni yaptım, kuram falan tamamlandı. artık başka işlerle uğraşmam gerek. bir gözleri dolu verdi, hüzünlendi. dedim, "don't worry, i will came whenever you need. " derin bi nefes aldı, içi rahatladı o sırada fark ettim. sonra tabii okuldan ayrılma falan, veda işleri .. (oralarda vedaya da goodbye diyorlar ama ben pek haz etmiyorum.) neyse sonra memlekete döndüm. tüm okullardan teklif yağıyor. dedim yavaş yeni geldim. bi nefes alayım soluklanayım.
neyse efendim bir süre dinlendim falan, sonra dedim "ben yıldız teknik'te psikoloji kürsüsü kuracağım" rektör o zaman bizim fulya hoca olmuş. "oo merve dedi, hani sen HOP kuruyordun, ne oldu?" , dedim "hocam o da olur meraklanmayın, önce bir kürsüye alışayım, gerisi kolay" . fulya hoca tabii o bilinen kahkasını patlatıverdi. "tamam dedi, gel açalım" . el sıkıştık, öpüştük falan..

neyse efendim bu çok gizli anılarımı sizinle payşaltım rahatladım. yarın da bambaşka bir hikaye anlatacağım size, ipucu vermek gibi olmasın ama yarın size "havaalanındaki kayıp bavulun yalnızlığı ve ötekileşmesi üzerine yazdığım ünlü anlatımdan bir parça sunacağım. bu akşam için sevgiler saygılar esenlikler..





tuhaflık

az önce başka bir yerde de belirttiğim gibi; "hayat gerçekten tuhaflıklarla dolu". örnek vermek gerekirse; kendime ev hapsi verdim :) tuhaf değil mi? ben de bu cezayı ilk duyduğumda çok şaşırdım. bir başkasına mahkeme kararıyla verilmiş. ben de dedim ki kendi kendime; eğer ben kendime şimdiden ev hapsi cezası verirsem, Allah gerek etmesin ama bir gün gerekirse, birikmişleri saydırırım.. haha aha ahaha :) şaka tabi.. ama olsa çok tuhaf olurdu , değil mi?

neyse, ciddi olalım. ciddiyet çok mühim.. mesela ben çok ciddi bir insanım. sululuk ve laubalilikten hiç haz etmem. hayatta prensiplerim var. mesela , tanımadığım insanlarla tanışmam. ilk duyduğunuzda garip gelebilir tabii. (gerçi şu an okuyorsunuz ama olsun) ama garip değil gerçekten. biri ile tanışmadan önce, onu tanımam gerek. bunun için zamana ihtiyacım var. örneklerle açıklamaya çalışalım.. şöyle ki, okula ya da işe başladığımda genelde insanlarla konuşmam. pek sıcak kanlı biri değilimişim gibi bir izlenim verebilirim o nedenle oysa ki, çok sıcak kanlı ve sevimli biriyimdir. önce, insanları gözlemem gerekir. sonra daha yakından tanımam en sonunda tanışmam tabi :) uzun bir süreç olabiliyor kimi zaman ama beklemeye değer bence. ( elbette ki benimle tanışacaklar açısından diyorum, yoksa benim kaybedeceğim bir şey yok. çok iddalı oldu galiba )

neyse ne diyordum.. haa tamam hatıladım. sululuktan hiç haz etmem. bir de blog yazmak pek de bana göre bir iş değil galiba. en son geçen yıl bu aralar yazmışım. sanırım yazacak pek bir şey olmuyor ama bundan sonra düzenli olarak yazmaya karar verdim. benden başkası okumuyorsa da en azından kendi kendime yazıp eğlenebilirim .. haaa şimdi aklıma geldi, hayatımda önem verdiğim şeylerden bir diğeri ise yaptığım şeyin eğlenceli ve mantıklı olması gereklilliği. bu gerçekten çok önemli.. bir keresinde sırf bu yüzden uzun zaman çanta almayı reddetmiştim. çünkü eğlenceli ve mantıklı bir çanta bulamamıştım. sanırım bu nedenle yemek yeme eylemi ile de bir takım sorunlar yaşıyorum. bu günlerde hem eğlenceli hem mantıklı yemek bulmak zor oluyor da. ( ama nankörlük de etmemek lazım, hiç yiyecek bulamayanlar varken dünyada, benim yaptığım şımarıklık biraz)
yine konu dağıldı, kafam da dağıldı yarın size psikoloji yüksek lisansına nasıl kabul edildiğimi anlatacağım.. şimdilik esen kalın efendim