İzleyiciler

18 Ağustos 2011

yeter!!!!

sabır sabır, nereye kadar?
gerçekten bazı zamanlar o kadar delleniyorum ki oturduğum yerde kafamı duvarlara vurasım geliyor.. tamam çok aklı başında bir insan olduğum asla söylenemez bunu kabul ediyorum ama sorun diğer insanların ne kadar aklı başında olduğu bu kez.. gerçekten anlamak çok zor...
ölüm, ölmek, öldürmek kimi insanlar için ne kadar kolay. televizyonlarda haberler, gazeteler, filmler, sıradan videolar, romalar, ders kitapları vs vs hangi birini seçerseniz seçin içinde birileri için başka birilerini öldüren birileri var. küçük bir çocuğu büyütüp, bütütürken de bir bilinmeyene düşman edip sonra da "al sana silah, git ve çarpış, vur ve öldür" diyoruz. bu nasıl bir mantık. sanki vuran da vurulan da "insan" değilmiş gibi. o çatışma anına kadar sanki hiç yaşamamış ya da tüm yaşantısı sadece o an içinmiş gibi. annesi, kardeşi, sevdiği, dert ortağı, işi, üzüntüsü, merakı, hüznü, espiri anlayışı ya da dramatize etmeden hayatla insan olmanın getirdiği hiç bir bağlantısı yokmuş veya bunların hiç bir önemi yokmuş gibi ÖLDÜRMEK.
hayır, hayır!!! ben bunu anlayamam. gerçekten, kim olduğu, nerden geldiği, nereye gittiği, cinsiyeti, cinsel tercihi, dili, dini, ırkı, tarzı veya tavrı hiç önemli değil; kim olduğu hakkında tek satır bilgi sahibi olmadığımız birinin canını almak? akıl alacak iş değil. o şartlar alında değil de, bir başka zaman bir mekanda karşılaşsalar belki birbilerinin en yakını olacaklardı, belki sadece birbirlerine gıcık olup geçeceklerdi ya da varlıklarının farkında bile olmadan yaşamaya devam edeceklerdi.. ama orada o silahların ortasına "büyük idealler(!)" vasıtasıyla konuldular ve öldüler.
bu işe kadın eli değmesi şart oldu artık!. kana kan - dişe diş politikası nereye kadar? uzlaşma, konuşma, anlaşma, ortak paydada buluşma bazılarına ütopya bazılarına martaval gibi geliyor. böyle düşünen insanları gördüğüm benim düşüncem ise; "büyük resimlere, yukardan müdehalelere alışmışlık, büyük işler yaptıkçı düşüncelerin esaretinde "CAN ne kadar değerlidir?" sorusunu unutmuşluk geliyor.
CAN bir mermi kadar ucuz değil, can öyle "öldü" denilecek kadar sıradan değil!!! atasözlerinden hiç hazzetmesem de "ateş düştüğü yeri yakar" ın ne kadar anlamlı olduğu görüyorum. ama nefretle iş yapılmaz, nefretle politika hiç yapılmaz.
insanı yoksayan üst yapısal, makro ve dandik politikaları terk etme zamanı gelmedi mi?  "insan" odaklı, samimi ve esaslı politikaların zamanı şimdi.

7 Kasım 2010

damlayan öfke

içime sağnak halinde öfke yağıyor. nereden geldiğini bilmediğim bir rüzgar içime sinmeyen bir kızgınlık taşıyor bana doğru.. sonra bu ben değilim desem de işe yaramıyor. kendimi dünyanın en ezilmiş insanı hissediyorum. anlaşılamadığımı düşünmek için yaşım biraz geç de olsa, anlaşılamıyorum. ya iletişimsel yollarda göremediğim, fark edemediğim, analamlandıramadığım bir tıkanıklık ya da ben gün geçtikçe aptallaşıyorum. hangisinin doğru olduğunu asla bilemeyeceğim, çünkü bu gidişle öfke ya beni yıkacak ya da beni ele geçirip ortalığı dağıtacak. sonunda ne olacağını görmek için beklemek gerek. pasif hallerimi sevmiyorum. dolambaçlı cümleleri, kendimi anlatmayı... içime dolan asabiyet beni kahrediyor, git gide daha sabırsız olmaya başladım.. yorgunum.. delicesine yorgunum, sıkkınım.... gidecek bir yolum istiyorum. insansız yaşam formu istiyorum.. aynaların bile olmadığı bir yer hayal ediyorum, oarası benim cennetim de olabilir cehennemim de ama yine de oraya gitmek istiyorum..


kalbim bir devin avuçları arasında hunharca sıkılıyor... kendimden geçmek ve hemen sonrasında da senden geçip gitmek istiyorum. biliyorum ölüm hiç bir zaman kimseye çözüm olmadı. hele de benim inanç sistem,m içinde.. ama bu hayatın değişmeye niyeti yok, işin kötüsü benim de bu hayatı değiştirmeye gücüm yok. dağlara çıkıp yırtıcı hayvanlara yem olsam belki de işe yarardım. bir insanın içinde tutku izi bu denli silinmiş olabilir mi? neyle sildim içimdeki tüm duyguları, kapladım belki de hepsini çelik duvarlarla ya da sakladım adresi olmayan bir yere...

kendimden midem bulanıyorum.bir tabancam olsa tereddüt etmez sıkardım kafama şu an. ama ne ilaçlar, ne bilek kesmeler ne encereden atlamalar hiç biri kesin çözüm değil... yaralı ya da yatalak kurtulmak ve bir başkasının beni öldürmesine muhtaç olmak istemiyorum. kimse beni acı çekmemem için öldürebilecek kadar çok sevmiyor bu hayatta.

18 Ekim 2010

hayat

dünyaya gelip de kendimi bilmeye başladığım andan itibaren "hayat" ile ilgili çok ciddi sorunlarım oldu. anlamı, amacı, nedeni vs.. bir sürü soruyla yaşadım. ve anladım ki yıllar geçse de hiç bir şey anlamam mümkün değil. hayat öyle anlaşılmak için değil sadece yaşanmak için var.. ama bu yaşanmak için olan süreçte ben neden varım onu bir türlü çözemedim.

 ben kendi halinde sakin bir insanım, rutin bir hayatı bezginlik ve baygın bir ifadeyle yaşarım. halimden memnun olduğum söylenemez ama çok da şikayetçi değilim. çünkü; üzülmek ya da mutlu olmak için dışardan etkilere ihtiyacım olmaz. kendi içimde eğlenir kendi içimde hüzünlenirim. ama çevremde çok farklı hayatları olan bir çok insan var, onların hayatlarına uzaktan bakarak farklı deneyimler hakkında kendimce bilgiler de edinirim. en çok deney yapmaktan hoşlanırım. korkulacak bir şey olduğunu sanmıyorum ama zararsızım. kadın erkek ilişkilerinden anlamam, zaten bence kadın erkek ilişkisi diye bir şey de yoktur; mesele tamamen insan ilişkileridir. bu biseksüellik falan değil. karşındakine verdiğin değerle ilgili bir şey. aşkı ya da sevgiyi yaşama şekli. insan nasıl ki, işine, yaşadığı şehre ya da bir kitaba aşık olabiliyorsa; ilişki içinde olduğu insanlara (kadın erkek ayrımı olmaksızın) aşık olabilir. bu aşkla yaklaşır onlara, ilgilenir bu adeta ulvi bir görevdir. ama öyle bir dönem yaşıyoruz ki, yüzeysellikten öteye geçmesi imkan dahilinde olmayan"iletişim"ler kuruyoruz. "merhaba, nasılsınız?" bu kadar.. cevap mühim değil, çünkü soru önemsendiğimizden değil, alışkanlıktan soruluyor. nezaketen bile değil.. küçükken "Andımız" vardı, sabah sabah çatlak sesli ergen çocuklar bağıra bağıra "günaydın arkaaadaaşşlar!" derdi ve biz de bilinçsiz tekrar ederdik , gündelik hayatımız da aynı bunun gibi bilinçdışı yinelemelerden oluşuyor.
  bana sorarsanız, bunların adamı değilim. bu tarz ilişkimsilerden hiç haz etmedim , etmeyi de düşünmüyorum. ama çevremde gözlemlediğim pek çok ilişki b nehre kapılmış gidiyor... sorunsa hepimizin aslında aynı nehirde aynı yöne doğru sürüklendiğimizi göremememiz. büyük resme uzaktan bakmayı denediğimizde yaptığımız hiç bir şeyin, ayrı olmak için olanlar da dahil, aslında hiç bir nüansa sahip olmadığını görüyorum. çok acıklı bence. ister kürek çekelim, ister yüzelim, ister salda öylece oturalım; gittiğimiz yön aynı. aramızdaki tek fark belki de bazılarımızın kendilerine bir varış noktası belirlemiş olması.. benim öyle bir noktam yok. olmasını öyle çok isterdim ki, şu hayatı anlamlı kılacak bir menzilimin olmasını. ama rekabetçi değil, hırslı değil; sakin , huzurlu, yavaş...
çok şey istiyorum belki de... hayattan değil bu beklentim yanlış anlaşılmasın. o kadar edilgen olmayı istemem. kendimden beklentim bu. ama şöyle ufak bir sorunun var ki, günümüz kapitalist sistemi içinde bunlara ulaşmam, kendime kurtarılmış bölge açmam ancak delilik kismevi altında olabilir. zaten yapmak istediklerimi yapmaya kalksam bana deli diyeceklerine eminim. sorun değil. aklı başında olmak gibi bir kaygım olmadı hiç bir zaman. küçük şeylerle yetinmeyi severim. zaten en başta da dedim ya hüzünlenmek ya da mutlu olmak için başka bir nefese ihtiyacım yok. ama bir nefes varsa yanımda onunda benimle hareket etmesini isterim. madem yanımda, benimle bir "aşk"ı paylaşmak istiyor, hayatımı onunla paylaştığıma değsin.. bunu sevdiğim adamdan bağımsız söylüyorum.
konudan konuya atlamak olacak belki ama, son günlerde kendimi ifade etmede çok ciddi sıkıntılar yaşıyorum. ciddi olarak önem verdiğim dostlarımdan beklemediğim tepkiler alıyorum. bir tartışma falan değil kesinlikle ama araya mesafe koyma anlamında önemli yaşantılar. birlikte düşünülen şeyleri tek kendininmiş gibi göstermek mesela, ya da benim fikrimi sorduktan sonra eleştirmeleri. madem fikrimi öğrenmek istiyorsun öğren ama sonra bununla uğraşma hoşuna gitmedi diye.. ayvaş yavaş azaltmak istiyorum hayatımdaki insan sayısını. iyiden iyiye azalsın ve sonra kalmasın mümkünse belki de... yalnızlık zordur belki ama kalabalıkla yaşamak daha zor.. ben artık insanlara kendimi anlatmaya çalışmak için çok yaşlıyım.

23 Ağustos 2010

ding dang dong! oyun başlamak üzere, lütfen yerleriniz alın!

oyunumuz başlamak üzere, yerlerinizi aldınız mı?  bana sorarsanız sorun değil, en rahat izleyeceğiniz şekilde izleyemeye başlayabilir ve devam edebilirsiniz. eğer şimdi rahatsanız halinizle başlıyorum.

bir varmış, bir yokmuş ve bir yokken bir sürü varmış. bunlar olağan şeyler aslında diye düşünürmüş. kaf dağı hep oarada bir yerlerde durur, anka kuşuyla taa oaralara uçulurmuş. kendisi de uçar gidermiş yalan değil. ama bir sabah uyandığında, kendini yok gibi hissetmiş, varmış ama yok gibiymiş. korkmuş! ne olduğunu anlamak için bir ağacın içinden geçmeyi denemiş, mazallah ölmüş de olabilirmiş! koşmuş bahçedeki meyve ağacına doğru, ve çok şükür ki kafasını vurup ağaca oturuvermiş olduğu yere. cismi yerindeymiş, bu demek ki yaşıyormuş. o zaman neden kendini yok gibi hissetmeye devam etmekteymiş? sonra durmuş düşünmüş. kendine demiş; "kocaman bir silgi olsaydı insan silen, beni silseydi evrenden; bir şey değişir miydi ki?" . tam o sırada oradan geçmekte olan rüzgar duymuş bu soruyu. "gel" demiş, "ben seni sileyim."

gözleri parlamış ufaklığın, "olur" diyivermiş hemen. ama sonra "sil beni silmesine de, bir şey değişir mi, nasıl öğreneceğim ben?" rüzgar yavaşça eğilmiş yanına, demiş; "seni silip, elli yıl sonrasına götüreceğim, sen de bakacaksın bir şey değişmiş mi değişmemiş mi?" aklına yatmış bu fikir ufaklığın, "tamam, anlaştık" demiş. rüzgar şiddetle bir iki savrulup silmiş onu dünyadan, ve koyulmuşlar elli yıl sonrasının yoluna.

5 Temmuz 2010

aman bre deryalar

depresyon, melankoli, iç sıkıntısı, ruh bulantısı ve benzeri bir sürü şey... evet hayatın vaz geçilmezleri, doğru. ama nereye kadar? yani sonuçta, saydığım darlandırıcı aktivitelerin hiç biri adrenalin salgılamamızı, gülmemizi, bağışıklık sistemimizin güçlenmesini sağlamıyor. aksine hepsi ters etki yapıyor. ne demişler, stres öldürür. tam da bunu yazmışken dejavu yaşıyorum :)
neyse!!! gelelim sadede :) hayat, mizahla güzel. olaylarla, durumlarla, kişilerle başa çıkmanın en eğlenceli ve en az hasarlı yöntemi mizah.. dalga geçmek değil, hafife almak da değil; gülebilecek bi yan bulmak. eğlence ve mantık; işte bunu seviyorum. poliyanna olmak değil kastettiğim yanlış anlaşılmasın, hayatın renklerini keşfetmek.. komik yanlarını bulmak.. mesela ben, zorlu sınavlar öncesi gerildiğimde, ki her sınav kolay ya da zor beni gerer, sınav sorularından gülünecek bir şey ararım...her zaman bulumam, ama en azından ararken gerginliğim dışında bir şeye odaklanmam bana yardımcı olur.
hayatı mizahla yaşamanın tek dejavantajı,  sonrasında - gerçekten ciddi bir şey konuşmanız gerektiğinde yani- karşınızdakinin sizi ciddiye almakta ve inanmakta zorlanması.. ya da sizin ciddi bir konuya odaklanmada yaşayacağınız güçlük. ama emin olun ki aşılmaz şeyler değil bunlar. ben aşabilmeyi öğreniyorum. sonuçta yeni bir felsefe. yaşarken yaşıyorsunuz ama, teorisini oluşturmak biraz zaman alıyor ve meşekkatli bir iş. yine de ; hayat felsefemin "eğlenceli ve mantıklı" olmasını seviyorum.. önce uydurup sonra, sonra uydurduğuma uygun yalanlar üreten bir insan olduğum için; önce yaşayıp sonra felsefesini yazma eylemi de tam bana göre.. :))
beni tanıdıkça daha iyi anlayacaksınız.. benimle ilgili bilmeniz gereken ilk şey ise; üşengeç oluşum.. okurum, yazarım, hayal kurarım ama eyleme geçme konusunda biraz üşengecim.. aslında bezgin biriyim, göbeğini kaşıyan kadın değilim tabii ama evden bile çıkmaya üşendiğim çok zaman olmuştur şu vakte kadar. ve eminim ki olmaya da devam edecek. ama kendimle çok barışığımdır. güvensiz bir yapım vardır, sosyal ortamlara karışmakta güçlük çekerim, tanımadığım insanlarla iletişim kurmakta zorlanırım ama kendime ve kendime biçtiğim hayata dair düşüncelerimde sağlamımdır.
çoğusuna göre tuhaf bir mekanzmayla yaşarım... beklenmeyenm tepkiler verebilirim, ama beklenmeyen tepkilerden "benden beklenmeyen değil" o anda akla gelmeyen şeyler.. aslında insanlar - kendim de o insanlara dahilim- beni yaratıcı, orjinal ve en önemlisi zeki olarak tanımlarlar.. böyle olmayı seviyorum.. ama zor bir insanımdır da, herkesle hemen iletişim kuramam. hayat felsefelerimden biri "tanımadan, tanışmam" dır. mantığı da var; nasıl biri olduğunu bilmediğim , hakkkında hiç bir malümata sahip olmadığım biriyle tanışamam çünkü; konuşacak bir şey bulamam. ama bir parça bilgi sahibi olduğum biriyla en azından konuşacak bir şeyler bulabilceğim için tanışabilirim.
hımm... bakalım bakalım başka neler var.. neler anlatabilirim size.. gerçi çok şey yok anlatabileceğim.. yani var tabi, 26 yaşında bir insanın başından geçmiş bir sürü hikaye vardır elbette, hayal, anı falan filan.. ama yeri gelmeden anlatmak istemem. kendimle ilgili birincil bilgileri de zaten az önce verdim, hem daha önceki yazılarımda da bir takım bilgiler vardı...
sonuç olarak; özetleyelim nelerden bahsettik ::)) hayat felsefemin en öncemli iki maddesi olan, "eğlenceli ve mantıklı" kısmı ile "tanımadan tanışmam" dan bahsettik. bunlar mühim. biraz da benden bahsettim. yabani ama sevimli bir zeki çocuk oluşumdan ;)) bence bu gecelik bu kadar yeter gibi.. haaa unutmadan biraz da üşengecim demiştim di mi? sonuçta yarına bir yazı için ümitlendirmek istemem ;))
beni özleyin ve esen kalın :))

1 Temmuz 2010

?????

hayat savrulup durmanın daha başa çıkılabilir adı... ve ben artık nefes aldığım günler toplamına hayat demekten yorulduğumu hissediyorum. büyük sözlerin nankörlük olacağı yönünde telkin ettiler bizi yıllarca, neden? eminim ki nedenini kimse bilmiyordur gerçekte..ama ben tahmin yürütmekte sakınca görümüyorum. aklımın iplerini saldım, özgürüm artık ve nankörlük etmiyorum. dünya gariplikler müzesi, insan bu müzedeki hem eser hem ziyaretçi.. ve ziyaretçi olarak ben o kadar adaletsiz şeyler gördüm ki, adaletin geleceği güne sırf bu nedenle inanıyorum. ama bu şu anı sorgulamamı engellemiyor. merak ediyorum.. durdurulamaz bir merak duygusuyla bakıyorum etrafıma her gün.. böyle olmak zorunda mı? hepimiz sonunda etten ve kemiktensek; bir deprem hepimizi aynı anda sarsıyorsa, ufacıcık bir mikrop hepimizi öldürmeye yetiyorsa ; neden ve nasıl oluyor da bazıları kendilerini daha "üstün" ilan edebiliyor? ya da bazıları , diğerlerinden daha "iyi" şartlarda yaşıyor?
insan zihninin yetersiz olduğu yerler olduğunu biliyorum ama bu onlardan değil... bu dünyevi bir "insan oluş" la ilgili..varoluşu sorgulamakla ilgili. neden varız? yaşamak için mi? para kazanmak için mi? yemek, sevmek, çoğalmak için mi? bu kadar basit sebeplerle yaşayanlar bizi bu hale getirdiler. iktidar, güç, para, mevki... ve sonra "insan, insanın kurdudur" , insan özünde kötüdüre geldik... eşit gelmiyoruz buraya, bu kesin... ama eşit olmamamız adaletsizlik yaratmamalıydı.. peki zincir ilk nerde ve ne zaman kırıldı? habil ve kabil meselesinde kırıldı? katil ve maktulün ortaya çıkması ile güç , öne mi geçmiş oldu? ya da masum görünen sevgi, tüm düzeni alt etti ve kimse ona toz kondurmaya kıyamadı mı?

28 Mart 2010

rüya tabirleri

rüyada banyo yapmak..

rüyasında yıkandığını gören kişi,  eğer sadece su ile yıkanıyorsa bu, hayatında olan sıkıntılardan ,suyun kiri götürdüğü gibi kolayca kurtulacak demektir. ancak kişi, eğer saçlarını  ve vücudunu ayrı ayrı sabunlayıp yıkıyorsa bu hem maddi hem manevi tüm sıkıntı ve dertlerden arınacak, ferahlayacak ve refaha erecek demektir. eğer ki, yıkanan kişinin bir hastalığı varsa, tüm hastalık derdi ve tasası en kısa süre içinde geçecek demektir. ancak buna ilaveten, rüyasında yıkandığını gören hasta kişi, sabah uyandığında hiç vakit kaybetmeden bir kedi yahut köpek bulup sevmeli ve okşamalıdır. kişi bunu yaptığında hastalık daha çabuk geçer ve kişi inşallah bir daha böyle bir hastalığa ömrü boyunca yakanmaz.
  müslümanlar için ek: kişi yıkandığı sırada yanı zamanda gusul abdesti aldığını da görürse, bu durum  kişinin içindeki tüm kötülüklerden arınacağı anlamına gelir.. eğer ki kişinin hali vakti yerindeyse , hacca ya da umreye gitmesi hayırlıdır.